Sait Karaduman


Uzun Hikaye

Aslında 'Uzun Hikaye'nin kısası


Son sınıfta en çok bayramlarda bayrak tutmak ve okul çocuklarının en önünde yürümek istiyordu. Sınıfın en çalışkanı olarak gösteriliyordu ama o ‘sadece ben değilim birçok arkadaşımız çalışkan’ diyebiliyordu. Bayramlarda verilen şiir okuma görevlerini yerine getiriyordu ama aslında asıl istediği ve içindeki dinmeyen özlem kortejin başında bayrak taşımaktı.

Öğretmenleri her bayram öncesi bayrak tutacakları seçmek için sınıfa gelir, ön eleme yapar; eleme sonrasında en sona iki kişi kalırdı. Sona kalanlardan biri mutlaka o olurdu, diğeri ise başka bir arkadaşı... Her seferinde ‘bu kez ben seçileceğim’ diye düşünürken, öğretmeni ‘şimdilik sen otur, diğer bayramda bakarız...’ der ama nedense her seferinde bir başkasını bayrak tutmak için görevlendirirdi.

Yılsonu yaklaşmış, o kadar bayram geçmesine rağmen hiçbir bayramda bayrak tutamamıştı. Bunun nedenini bir türlü çözemiyor ve üzülüyordu.

Neden, o kadar çok istemesine ve bunu açıkça belli etmesine rağmen, öğretmenleri tarafından bayrak tutmak için seçilmediğini yıllar sonra çözdü. Giydiği okul önlüğü birinci sınıfta alınan önlüktü. 5 yıldır aynı önlüğü giyiyordu; önlüğü, yıllarca giyilmekten yıpranmış, sırtı, omuzları güneşten hep solmuştu. Böyle birine hiç bayrak tutturulur muydu?

 

***

 

Yaz tatili bitmişti, okulların açılmasına az bir süre kalmasına rağmen, Devlet Parasız Yatılı Okul sınavının sonuçları bir türlü açıklanmıyordu. Bunun sebebini herkes merak ediyor ama gerçek sebebi hiç kimse bilmiyordu. Bekleyelim, görelim diyorlardı.

Ortaokul, evlerinin hemen karşısındaydı. Sınav sonuçları açıklanmamıştı, okullar açılacaktı; ortada kalmıştı. Bu durumda mahalledeki okula kayıt yaptırmaktan başka da çare kalmamıştı. Ortaokula giderek okula kaydını da kendisi yaptırdı.

 

***

 

Yaz tatilinde boş durmak olmazdı. Bahçe sulama işini verdiler. Sulamadan gelirken, evlerine yaklaştığında Okul müdürünü ortaokulun bahçesinde beklerken gördü. El işaretiyle yanına çağırdı.

Müdürü gülümseyerek ‘Yatılı okul sınavını kazandığını biliyor musun?’ dedi.

Ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Bahçeden geldiği için istemsizce elbiselerinin tozunu almaya başladı. Üstünü başına düzeltti. Bir yandan da ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

‘Bilmiyorum öğretmenim’ diyebildi.

‘Hadi bakalım, hayırlı olsun. Ben babana kâğıtlarını verdim. Hazırlanınca gidip kayıt yaptırırsınız’ dedi.

 

***

 

Ayrılık günü gelmişti, babası elinden tutup onu yeni okuluna götürmüştü.

Danışmadan daha önce konuştukları öğrencilerin adlarını anons ettirerek, buluştular.

Babasına: ‘Amca sen merak etme biz burada oğluna sahip çıkarız. Biraz sıkıntı çeker ama hemen alışır’ diyorlardı.

Babası hemşehrileriyle konuşuyor, diğer öğrenciler babasıyla ve onunla konuşuyordu ama onun ağzını bıçak açmıyordu. Ayrılık acısı daha ilk dakikalarda içini yakmaya başlamıştı. Gözleri doluyor, yutkunamıyor, gözleri doluyor ama o bu durumu kimseye belli etmemeye çalışıyordu.

Babası biraz para vermişti. ‘Paran yeter mi?’ diye sordu. Dudaklarını büktü ‘bilmiyorum’ diye.

Diğer öğrenciler okulda neler alınabileceğini, ne kadar para gerektiğini bildikleri için tek tek babasına anlattılar ve parasının yetmediği yerde kendilerinin yardımcı olabileceklerini söylediler.

Hep sohbet ettiler hem de birlikte okulun yemekhanesinde yemek yediler,  kantinden çay içtiler; babasıyla birlikte, belki daha önce hiç olmadığı kadar, güzel vakit geçirdiler.

Gün bitmişti, ne yaparlarsa yapsınlar ayrılık vakti gelmişti. Ağlamaklı olmuştu yine ama tutuyordu kendini,  buna mecburdu, alışmalıydı; ağlamayacaktı, ama yapamadı.

Boğazına bir şeyler düğümlenmişti, içine akıttığı gözyaşlarından olsa gerek konuşamıyordu, sadece: ‘Anneme, kardeşime selam söyle’ diyebildi. O sırada babasının da gözlerinin buğulandığını fark etti.

Vedalaşmayı bir an evvel bitirmeliydi. Babasının elini öptü, ağlayarak, okula yöneldi; sonra bir anda dönüp babasına bakma ihtiyacı hissetti.

Babası, büyük çam ağaçlarının arasında yavaş yavaş uzaklaştı, sonra gözden kaybolmuştu.

 

***

 

Arkadaşları eşyalarını dolaba yerleştirmesinde eksik olan malzemelerin alınmasında yardımcı olmuşlardı. Okulu gezdirmiş, nerede yatacaklarını, nerede yemek yiyeceklerini hatta nerede banyo yapacaklarını dahi göstermişlerdi.

Okul kalabalıktı, her tarafta yurdun dört bir yanından gelmiş öğrenciler vardı. Neyin ne olduğunu bilmiyordu, köyden ilk defa çıkmış ailesinden ilk kez ayrı kalmıştı.

İki de bir saatine bakıyordu, sanki saat çalışmıyor, zaman durmuş gibiydi. Daha ilk günden 6 yıllık okulun nasıl biteceğini düşünmeye başladı. Dakikalar geçmiyordu ki günler aylar nasıl geçecekti.

Akşam olmuş, ‘yat saati’ gelmişti. Yeni bir hayat başlıyordu; ne yapacaktı, nasıl yapacak bunu hiç bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı: “ Okulun düzenine alışana kadar yanındakiler ne yapıyorsa o da onu yapacaktı, onlara bakarak öğrenecekti.” 

Önce yatak nasıl yapılır, sonra el ayak nasıl yıkanır; sabah kaçta kalkılacak, yemekten önce ne yapılacak?... Bunların hepsini anlatıyorlardı ağabeyleri...

Yataklar iki katlı ranzalardan oluşuyordu. Üst yatak düşmüştü kendisine ve üzerinde de okul numarası yazıyordu.

Herkesten önce yatağa girdi. Kimileri şakalaşıyor, kimileri boğuşuyordu. Onlarca öğrenci bir tek koğuşta yatacaklardı. Yatakhanede soba yoktu, kalorifer de… Kışın o soğuk günlerde nasıl olacaktı, üşümeyecekler miydi, yoksa sonradan mı soba kuruyorlardı? Şaşkınlığını görünce tecrübeli ağabeyleri, merak etme kış başlamadan üşürsek diye bir battaniye daha veriyorlar, dediler. Demek ki daha yaşayarak öğreneceği, göreceği çok şey vardı bu okulda.

Dışardan ‘Yaaattt!..’ diye bir ses geldi, bu aslında alalade bir ses değil komut, bir emirdi. Herkes yatağına koştu, sesler kesildi, ışıklar söndü... Demek ki burada işler böyle yürüyordu, elbette o da alışacaktı.

Karanlık, sessizlik ve yalnızlık… İlk kez böyle bir duygu yaşıyordu.

Daha çok küçüktü.

Bir süre karanlığın sessizliğini dinledi. Uyumaya çalıştı.

Sonra köyü aklına geldi. Gözleri doldu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

Ağlasa birileri duyar mıydı? Ayıp olur muydu? Biri bir şey der miydi ağladığı için?

Kafasını iyice yorganın altına soktu, ağlamaya başladı.

Ağladı, ağladı… Uyudu.

 

***

 

Sabah hava daha aydınlanmadan ‘kalk’ komutuyla uyandılar. Herkes kimden geliyor bu ses diye bakınırken bir taraftan da giyinmeye çalışıyorlardı.

Okuldaki kendinden büyük hemşerileri geldi. Önce yatak yapılması gerekiyordu. Birlikte yatağı yaptılar. Üzerine bozuk para atıldığında zıplaması gerekiyormuş. Öyle de oldu.

Herkes gibi giyinmiş ve kendini dışarı atmıştı. Önce kahvaltı edilecek sanmıştı. Oysa herkes dersliklere doğru yöneliyordu. O da dersliklere yöneldi. Sınıflarına oturdular. Herkes birbirine bakıyor, ne yapacaklarını konuşuyorlardı.

Etüt yapacaklardı. Ama ne defterleri ne de kitapları vardı. Daha okulun ilk günüydü. Onun için sıraların üstünde biraz daha uyumak daha iyi gelecekti sanki.

Sınıfın en arka sırasında büyük bir abi oturuyordu. Sınıftakileri beklesin diye mi göndermişlerdi? Sonradan anlaşıldı ki o da birinci sınıfta okuyacaktı. İyi de o neredeyse diğer öğrencilerin en az iki katı yaşında vardı sanki.

Biraz uyuklama biraz sohbet derken zilin çalmasıyla büyük bir gürültü kopmuştu. Sınıftaki bazı öğrenciler kapıyı kırarcasına açmış koşarak dışarı çıkmışlardı.

Koşu, yemek koşusuymuş. Her yemek öncesi öğrencilerin büyük bir bölümü koşar en ön sıralardan yerini alırmış. Değilse 700 kişilik bir okulda yemek sırasını beklemek oldukça uzun sürüyormuş.

Daha okulun ilk günüydü. Öğreneceği daha çok şey vardı.

 

***

 

Çocuktu işte. Gündüz her şeyi unutuyor, gece yatağa yattığı zaman hasretlik çöküyordu. ‘Alışırsın’ diyorlardı. Onlar da yaşamış, onlar da alışmıştı çünkü.

Kitapları verilmiş, defterlerini almış eksiği kalmamıştı. Giyecekleri iç çamaşırlarını, gömleklerini bile vermişlerdi. Sıra takım elbiselerin dikilmesine gelmişti. Ölçüler alındı, provalar yapıldı ve tek tip kıyafetle sınıfı doldurmuşlardı. Bazıların kumaşlarının rengi farklıydı. Olsun ilk kez bir takım elbisesi olacaktı. Bir de pardösü vermişlerdi. Geriye derslere çalışmak ve sınıfı geçmek kalmıştı.

Derslerin çoğu boş geçiyor, boş derslerde sınıflarda gürültü olmasın diye bahçeye çıkmalarına müsaade ediyorlardı.

Henüz 10 gün olmuştu okula geleli ama sanki 10 ay geçmiş gibiydi. Yine boş bir derste bahçeye çıkmış, okula geldiği gün ‘Bu duvar yıkılmaz mı?’ diye sorduğu duvarda ayaklarını aşağıya uzatmış, basketbol oynayanları seyrediyordu.

Karşıdan babasının geldiğini gördü. Yanında iki arkadaşı babasını ona getiriyorlardı. Oturduğu yerden kalkıp babasının yanına gelmesi saniyelerini aldı. Sarıldılar.

Bir süre banklara oturdular ama konuşmadılar. Belli ki babasının da boğazı düğümlenmiş konuşamıyordu. Sonra annesinin hazırladığı yiyecekleri çıkardılar çantadan. Arkadaşları ile birlikte hem yediler hem de sohbet ettiler.

İlk olarak kardeşini sordu. Konuşmaya başladı mı? Yürüyor mu? Diye. Yürüyormuş ama biraz tembelmiş. Hemen yorulup oturuyormuş. Yürümeyi pek sevmiyormuş yani. Annesini, ablasını, abisini aklına kim geldiyse hepsini sordu.

O sordu babası cevapladı. Özlem biteceği yerde sanki bir kat daha artmıştı.

Sonra babası sordu. Okula ilk geldiği günden o güne kadar neler yaptılarsa O da anlattı.

Alıştın mı? Dedi babası.

Sustu… Yutkundu, ‘alıştım’, dedi. Ama alışamamıştı.

Alıştım dedi ama ‘sizi çok özlüyorum’ diyemedi. Sadece yutkundu, sustu.

Oturduğu bankta ayakları yere değmiyordu. Kafasın önde sallanan ayaklarına bakıyordu. Babasının yüzüne bakamıyordu. Bir süre sessizce oturdular.

Babası sigara üstüne sigara yakıyordu.

Nereden aklına geldiyse ‘Okuldan bize iki gömlek verdiler, birini sana vereyim mi? dedi.

‘Olur mu öyle? O senin. Hem bana küçük gelir…’ dedi babası.

Yok, dedi. Biri kendime göre ama diğeri büyük boy. O sana tam gelir.

 

Ayrılık vakti gelmiş, danışmaya doğru yürümeye başlamışlardı. Kendi kendine söz vermiş, bu kez ağlamayacaktı.

Yanındaki arkadaşları ‘amca tekrar ne zaman gelirsin?’ diye soruyorlar, babası da ‘siz derslerinize iyi çalışın ben her ay gelirim’ diyordu.

Danışmadan aşağı inemedikleri için orada vedalaşmak zorundaydılar. ‘Var mı bir isteğin?’ dedi babası.

-‘Yılbaşında izine gelebilir miyim?’ dedi. Oysa dört günlük yılbaşı iznine daha iki ay vardı.

 

***

 

Yeni bir arkadaş çevresi yeni bir okul, alışılması zor bir durumdu. Ama geçen günler okula da arkadaşlarına da alışmasını sağladı.

O kardeşleriyle büyümemişti ama burada yüzlerce kardeşi olmuş ve onlarla büyümeye başlamıştı. Herkes birbirinin abisi, birbirinin kardeşi oluyor her türlü sıkıntısında veya sevincinde kenetlenmesini biliyorlardı.

Bu gerçekten güzel bir duyguydu.

 

*** 

 

Böyleydi Öğretmen Yetiştiren Köy Enstitüleri.

Böyle öğrencileri vardı, yurdun dört köşesinden özenle seçilen.

Kapattılar.

Neden?
Birilerinin oy kaybı olmasın diye…

Yazacak daha çok şey var aslında.

 

***

 

Bugün Öğretmen Günü.

 

Affınıza sığınarak bugünkü yazımı biraz uzun tutmak zorunda kaldım

Başka bende emeği olan ebediyete intikal etmiş tüm öğretmenlerimin mekanı cennet olsun. Yaşayanları da saygı ve minnetle ellerinden öpüyorum.

 

Oy kaybı düşünmeyen Öğretmenlerim, hepinizin günü kutlu olsun.

Hasan Hüseyin Cigerci
24.11.2022 05:26:55
Tabii ki aklımıza çocukluğumuzun anavatanı GÖNEN ÖĞRETMEN LİSESİ geldi. Ve 33 yıllık meslek hayatım. Tüm öğretmenlerimizin bu güzel gününü kutluyorum

Sabri Yurdaer
24.11.2022 09:53:23
Çok güzel ve bugüne uygun bir yazı. Duygulandım bir öğretmen olarak. Teşekkür ederim.

Şükrü ATALAY
24.11.2022 11:32:45
Beni cok duygulandırdın Sait kardeşim sanki okula yeni başlamış gibi oldum .Duygularıma tercüman olduğun için teşekkür eder saygılar sunarım.

Kemal Baykara
24.11.2022 12:20:38
Benimde ilkokul önlüğüm boyanmış şeker çuvalıydı. Emeğine sağlık üstad.

LÜTFİ Erol
24.11.2022 13:00:25
O5445225223 Yaşadığım hayatı yazmışsınız Sait bey